1889 yılında İstanbul da doğan Yüzbaşı Şerafettin, 1906 da Harp Okuluna girmiş, 1909 da subay olarak mezun olmuştur. Şerafettin Bey, 1913 de Üsteğmen, 1917 de Yüzbaşı olmuş, 1922 de İzmir’in kurtarılışından sonra Binbaşılığa getirilmiştir. Kurtuluş savaşından önce, Balkan ve Birinci Dünya savaşlarına katılmıştır. Adını ise Sabuncu beli muharebelerinde bu muharebe sonrasında gerçekleştirilen Bornova’nın ve İzmir’in kurtarılışında duyurdu.
7 Ocak 1922 de Ankara’ya gelen ve Mustafa Kemal tarafından kabul edilen Buhara Halk Sovyetler Cumhuriyeti elçisinin getirdiği hediyeler içerisinde üç adet kılıç bulunmaktadır. Bu kılıçlardan biri Mustafa Kemal’e, diğeri Batı Cephesi kumandanı İsmet Paşa’ya, diğeri ise ‘’İzmir Fatihi’’ dedikleri İzmir’e ilk girecek subaya verilmek üzere getirilmişti. Bu kılıçlar Batı Cephesi Komutanlığı emrine alınmıştı. Başkomutan, Meclis kürsüsünden bunu ulusuna duyurdu. Bu sırada Beyrut Eşrafından Misbah Efendi de, aynı amaçla 500 altın lira ödül koydu. İzmir’in işgalinden sonra, yüreklerde oluşan İzmir özlemi ve kenti kurtarma arzusu, toplumsal mitosa dönüştü. Ordudaki subay ve erler arasında büyük bir heyecan seli yarattı. İzmir’e ulaşma düşü, yüreklerde kabarmış alevden bir topa dönüştü.
30 Ağustos günü düşmanın ana unsurlarının yok edilmesinin ardından Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın ‘’Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir.’’ Tarihi emrini alan ordu, İzmir’e akarken, İkinci Süvari Tümen Komutanı Yarbay Zeki Soy demir, öncü olarak Birinci Süvari Alayını görevlendirdi. Öncülerin öncüsü olma görevi de İkinci Süvari tümeninin 4. Alayında Bölük Komutanı olan Yüzbaşı Şerafettin’e verildi.
Yüzbaşı Şerafettin’in özel arşivinde, bu anı:
‘’Anlatılmaz bir hızla mesafeleri aşıyor, İzmir’e doğru uçuyorduk. Kaçan düşman, köyleri kasabaları yakıyor, intikamını sivil halktan alıyordu. Adım başı rastladığımız yürekler acısı manzara, hızımızı büsbütün arttırıyordu.’’ Diye anlatmıştır.
9 Eylül sabahı 09.00’da Bornova’ya giren genç Yüzbaşı, Halkapınar’a doğru yürüdü.
Bir anda müfreze bir fabrikadan ateş yağmuruna tutuldu. Burada Şehit verilen 4 erin, başları İzmir’e dönük öldüğü söylenir. (Halkapınar Şehitliği. Ruhları Şad olsun.)
Müfreze yürüyüşüne devam etti. Yönünü Alsancak’a çevirdi, 80 kişilik kuvvetle şehre akmaya başladı. Müfrezesinin başında kente saat 10.30 da giren Yüzbaşı Şerafettin, Kordon’a kurşun ve şarapnel yağmuru altında 40 askerini kaybederek ulaştı. Süvariler, dörtnala Kordon boyundan Pasaport iskelesine geldiklerinde, bir Rum’un attığı bomba, Yüzbaşı Şerafettin’in atının
önünde patladı. Omzuna ve koluna şarapnel parçaları isabet eden yüzbaşı, parçalanan atını değiştirerek, yoluna devam etti. Hükümet Konağı’nın önündeyse makineli tüfek ateşiyle karşılaşan Yüzbaşı Şerafettin’i göğsüne isabet eden mermiler de durduramadı. Atından inen Şerafettin Bey, bir gencin uzattığı Türk Bayrağını alıp, Görevi tamamladı.
15 Mayıs 1919 ‘da İzmir’in işgaliyle başlanılan nokta, 3 yıl 3 ay, 24 gün sonra 9 Eylül 1922’de kurtuluşuna mekan oldu. Balkona çıktığında göğsündeki kanın bulaştığı bayrağı gözyaşları içinde göndere çeken Yüzbaşı Şerafettin o dakikaları, ‘’Yaraları kim düşünür, ölsem ne gam. İzmir’i kurtarmıştık ya. Bu şerefin öncüleri biz olmuştuk ya.’’ Diye anlatacaktı.
Bel kahve den tarihi günü izleyen Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın yanında Fevzi ve İsmet Paşalarla,10 Eylül sabahı İzmir’e gelişi muhteşem oldu.
Kent adeta ayağa kalktı. İzmir’e gelişinden iki gün sonra Başkomutan, Şerafettin Yüzbaşıya ‘’İzmir’’ adını verdi. Genç subay, Soyadı kanununun çıkmasından sonra İzmir’i kullandı.
Büyük Kurtarıcı, Kılıcı da 15 Eylül’de Yüzbaşı Şerafettin’e verdi.
ŞERAFETTİN İZMİR’ İN KILICI KAYBOLUYOR.
Emekliye ayrıldığında İstanbul’a yerleşen Şerafettin İzmir, 6 Kasım 1951 yılında vefat eder. Eşi, Siret Hanım,’’ üçüncü kılıcı’’ İzmir de açılması planlanan İnkılap Müzesine verilmek üzere İstanbul Valiliğine verdi. Ancak bu kılıcın izine bir daha ulaşılamadı.
Yaralı halde İzmir Hükümet Konağındaki göndere Türk Bayrağını çeken bu yüce Türk Kahramanının değerli İzmirliler, hangimiz adını biliyoruz. Sadece hızlı hızlı oynatılan siyah beyaz filmlerde, o bayrak çekme sahnesinin kahramanını, biz başka bir işle uğraşırken, milli bayramlarda öylesine seyrettiğimiz filmlerde görüp geçmek, hangi İzmirliye yakışır?
Üstelikte, İzmir’in kurtuluşunun sembolü olan bir kılıcı kaybederek bu yurdu bize emanet edenlere ne kadar layık olabiliyoruz? Yıllarca tevazuun gölgesinde saklanmış bu tarihi şöhretin ölümü de, yaşayışı kadar sessiz ve iddiasız olmuştur.
İzmir’imin kuruluşunda ölüme ‘’Ölsem Ne Gam! İzmir’i kurtarmıştık ya! ’’ çocuksu yaklaşımıyla meydan okumuş, bu yürekli Türk subayının ve Kahraman Türk Süvarisinin hatırası karşısında saygıyla eğiliyor
Yazan: Özdener GÜLERYÜZ